SUYA YAZI YAZILIR MI ?
Amatörce, kendimi eğitmek amacıyla bir şekil verip yazıya dökmeye çalıştığım duygu ve düşüncelerimi sıcak siyasetin çamuruna bulayıp çalakalem bir şeyler karalamak hiç içimden gelmiyor.
Okumak, yazmak büyük ölçüde yerini sanal alemlere bırakmışken, günübirlik eskiyen ucuz polemik yazıları zaten bir ilgi de görmüyor.
Bana, suya yazı yazmak gibi geliyor.
İster günün öne çıkan siyasi gelişmeleri, isterse dünün veya bugünün toplumsal olayları ile ilgili olsun, medyadaki açık oturum programlarını tümüyle tarafsız bir gözle izleyip anlamaya çalışırım. Düşünce dünyama taban tabana zıt fikirlere bile değişik açılardan yaklaşıp, empati yaparak, belki de fazla bir iyimserlikle, benden farklı düşünenlerle ortak noktalar yakalamaya gayret ederim.
Ne var ki; her akşam televizyon ekranlarını işgal eden basiretsiz, ikiyüzlü siyasilerin ve tetikçilerinin tavır ve söylemleri, yazın dünyasının işgalcilerinin ihanete varan, kin ve nefret tohumları eken yazıları çoğumuzu iğrendiriyor, infiale sürüklüyor.
Duygularım ‘yalın kılıç yürü’ dese de aklım bu alandan elden geldiğince ‘uzak dur’ diyor.
Gelenekçi güncel siyaset ve zehir saçan siyaset yazıları; sinsice yaklaşan bir düşman gibi “ algıları şahsi çıkarlara göre yönlendirme “ üzerine kurgulanıp sahnede bir komedi gibi oynanıyor. Bu uğurda para, güç, makam, ince diplomasinin yalanlarla maskelenmiş bin bir çeşidi ve “ ucuza kiralanmış algı operatörleri “ topyekûn seferber ediliyor. Bunların hiç birine sahip olmayan toplum ve bir avuç aydın ise adeta boşlukta çırpınıp duruyor.
Toplumun bireyleri; baştan aşağı suç ve günah bataklığına saplanmış iktidarlıklar uğruna inanç, etnik kimlik, siyasi görüş temelinde bölünüp dağıtılıyor. Gerçekte toplumsal temeli, toplumsal bir karşılığı olmayan, ülkeye, toplumun bireylerine bir yarar sağlamayan gelenekçi siyaset ve bu konuda yazılanlar, her birimizi modası geçmiş, çağını ve ömrünü doldurmuş takımların tarafı haline getiriyor.
Oysa evrensel, toplumsal, bireysel sorunlar yığını karşımızda duruyor.
Görmezden gelebilir miyiz?
Bana ne diyebilir miyiz?
Sağ, sol görünümlü siyaset güdenler veya hiçbir şey gütmeyenler geçmişin yitirilenleri üzerine ağıtlar yakıp övgüler düzmeyi, ya da geçmişi yerden yere vurmayı bir yana bırakıp bugünün sorunlarına çözümler üretebiliyor mu?
Yoksa çözüm ve öneri diye gelişi güzel söylenenler, yazılıp çizilenler bir saman alevi gibi uçup gidiyor, geriye sadece külleri mi kalıyor?
Önemli olan söylenenlerin, yazılıp çizilenlerin bir iz bırakması, toplumda bir karşılık bulması, kök salıp bir çınar ağacı gibi gelecek nesillere miras kalmasıdır.
Parti liderlerinin, popüler olmuş ( kaşarlanmış ) siyasi figürlerin sorumsuz söylem ve davranışlarına, kiralık kalemlerin salt çıkar ve egoları tatmin için yazıp çizdiklerine, sosyal medya fanatiklerinin ucuz, sıradan, ısıtılıp ısıtılıp piyasaya sürülen ( güya ) siyasi paylaşımlarına fazlaca angaje olmak bir anlamda boşa zaman harcamak gibi geliyor. Siyasi arena ve popüler yazın dünyası öylesine güvenilirliğini yitirmiş ki, bir şey söyleyen siyasilere de ilgi yok, siyaset ve siyasetçiler üzerine yapılan ön yargılı, içi boş yorum ve değerlendirmelere, yazılıp çizilenlere de. Bu bölgedeki meydanları dolduran medyanın nöbetçi misyonerlerini, sosyal medyanın fanatiklerini aşıp topluma açık ve etkili mesajlar gönderebilmek büyük iş. Doğrularla gerçekler, henüz bir yerlere ulaşmadan kuru ağaç yaprakları gibi savrulup gidiyor. Bataklık, temiz olanı da içine çekip pervasızca kirletiyor.
İnsan; her tarafa yayılan bilgi kirliliği içinde “ bir şeyler yazsan ne olur, yazmasan ne olur “ diye düşünmeden edemiyor. Belki daha farklı bir biçimde, daha anlamlı mucizeler yaratmaya ihtiyaç var. Belki yaratılan kaos ve kör dövüşünün ortasına düşmeden yalanları, iki yüzlülükleri deşifre etmek, ekonomide, siyasette toplum yaşamında su yüzüne çıkmış doğruları, yaşam tecrübelerini, tuzakları, ihanetleri, aymazlıkları, tembellikleri, popülizmi kuş bakışı daha geniş bir açıdan, daha yalın haliyle sergileme çabalarına yönelmektir doğru olan.
Her birimiz ayrı yerlerde, eski model, freni patlamış, son hızla uçuruma doğru sürüklenen araçlara binip kaderini bekleyen, yalnızca olanları seyreden yolcular gibiyiz.
Sıcak siyasetin dar patikalarına sıkışıp kalmış kirli oyunlara da elbette ki birileri bir şeyler söylemeli, bir şeyler kaleme almalı, ama sürgit bireysel olarak girilen kör dövüşleri umutları, hayalleri, iradeleri de köreltiyor. İlkesiz siyaset ve yazın dünyasının ucube ürünleri, bir yanda hayatımızın, iç dünyalarımızın en derinliklerine işleyip öldürücü bir virüs gibi yayılırken her birimizi bir anafora kapılmışçasına içine doğru çekiyor, öte yanda patlayan bir cerahat gibi kirlerini yeryüzüne saçıp kendinden uzaklaştırıyor.
İkilemlerden kurtulamıyoruz.
Çare; bireysel değil örgütlü toplumsal muhalefet olup her zaman, her ortamda, birlikte bir şeyler söylemekten geçiyor kuşkusuz. Şu an için olmasa da suların barajlarda birike birike taşıp sel olması gibi bir gün o da gerçekleşecek.
Suya yazı yazmamalı, boşa vakit harcamadan hayatın ve siyasetin felsefesini öğretmeliyiz birbirimize. Ufukta kara bulutlar yükseliyor. Borç batağındaki bir ülkenin mirasyedileri gibi, lüks ve gösterişli hayatın sarhoşluğu içinde olsak da ayılma vakti gelip geçiyor. Ufukta, yakın gelecekte hepimizi bekleyen ekonomik, siyasi, sosyal bir dizi felaketler zinciri gittikçe bize doğru yaklaşıyor.
Küresel hegemonyanın küçük yer sarsıntılarında dünya ayağa kalkıyor, yanı başımızda yıkıcı depremler olsa da biz derin uykulardayız.
Uyanıp, usulca, usulünce doğrulmanın zamanıdır.
5 Haziran 2020