ELEŞTİRİYE BEŞ KALA

1978 yılının boğucu, sıcak yaz ayları.

Hacettepe Üniversitesi, öğrenci olayları ile içten içe kaynamaktadır.

Faili meçhul öğrenci cinayetlerini araştırmak üzere kurulan Üniversite komisyonu, olayları ve akan kanı durdurmak istiyordu.

Komisyon başkanlığını üstlenen genç akademisyen ölüm tehditleri almaktaydı.

11 Temmuz 1978 Salı günü, saat 08.45’te, Türk Dil Kurumu kurultayına katılmak için Ankara Gaziosmanpaşa, Karagöz sokaktaki evinden İtalyan asıllı eşiyle birlikte çıkan akademisyen mavi renkli Volkswagen arabasına biner. Yolun ilerisinde, kırmızı renkli Simca marka bir araçta üç kişinin ellerinde tabanca ile kendisini beklediğinden habersizdir. Volkswagen hareket edince kırmızı Simca da hareket eder. Kısa süre sonra Volkswagen’in yolu kesilir. Araçtan fırlayan iki kişi çapraz ateş açar, akademisyen olay yerinde can verir, karısı ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılır.

Saldırıda ölen akademisyen, Doçent Bedrettin Cömert’tir.

Elimde, yaprakları sararıp solmuş, cildi dağılmış, bazı sayfaları kaybolmuş, AYKO yayınlarından çıkmış, 1981 basımlı bir Bedrettin Cömert kitabı var.

   “ Eleştiriye Beş Kala “

Kamuoyu onu daha çok, teröre kurban gitmiş aydınlardan biri olarak tanıyor.

Başka yayınevlerince daha sonra yeni baskıları da çıkarılmış olan kitap, şair Hasan Hüseyin Korkmazgil tarafından, Bedrettin Cömert’in katledilişinden sonra derlenip yayımlanmış.

İlgi alanıma yenice girdiği halde vefalı davranıp 40 yıldır sakladığım bu değerli hazineyi yenice okuyup bitirdim.

Kitap; hem Bedrettin Cömert’in yaşam öyküsünü, hem de onun edebiyat, sanat, felsefe konularındaki eleştirel görüşlerini içeriyor.

İlk olarak şiirle girip tanışmıştır edebiyat, sanat dünyasıyla Bedrettin Cömert, sonra çeşitli dergilerde bu alandaki gözlem ve eleştiri yazılarına yöneliyor. Ancak onu, bu alanda gezen ve hep “ alaylı “ olarak kalanlardan değil iyi eğitim almış bir “ mektepli “ olarak görüyoruz. Sanat, edebiyat, felsefe dallarında eğitim almış, çok okuyup incelemiş, çok emek harcamış bir akademisyen, bir bilim adamıdır. On yıllık Roma’daki eğitim ve çalışmalarını tamamlayıp özlem duyduğu ülkesine koşup gelmiş bir yurtseverdir aynı zamanda.

Bilimsel düşünceye, toplumculuğa, gerçekçiliğe, dürüstlüğe, yansızlığa, çalışkanlığa, yurt ve insan sevgisinin onlara hizmetle gösterilebileceğine inananlardandı.

Popüler olmaya, çağ dışı kalmaya, sıradan, ucuz eleştiriye, emek harcamadan hasbelkader bir rüzgâr yakalayıp yazarlık etiketi elde etmeye, şair kılığına bürünüp ortalıklarda gezmeye, kıskançlığa, fesatlığa, aceleciliğe hep karşı oldu kısa yaşamında. Kendi yetersizliklerini, acemiliklerini, hatalarını itiraf etmekten de hiç korkmadı.

Belli ki, bu güzellikleri kişiliğinde taşıdığı, toplumsal uyanışın ve aydınlanmanın bir adım daha ileriye götürülmesinin öncülerinden birisi olduğu için katledildi 11 Temmuz 1978 günü.

Bedrettin Cömert, edebiyat dünyasındaki yazar ve şairlerin eserlerini eleştiri süzgecinden geçirirken kuramsal, nesnel bakış açısını her zaman rehber edindi. Bireysel ve toplumsal, bireyci ve toplumcu, biçim ve içerik gibi sanatsal ve edebi konulara diyalektik bir bütünsellik penceresinden bakmaya, kanıtlamaya ve örneklemeye büyük özen gösterdi. Yalnızca kuramsal, nesnel araştırmanın da yeterli olmadığına, öğrenme ve anlama güdüsüne sahip, iddiasız, alçakgönüllü, sevgi ve coşku dolu bir okur olunması gerektiğine inandı.

Seçici kurul adı altındaki “ gelenekçi otorite “ temsilcileri eliyle hak etmeden kazanılan ödüllere ve unvanlara tepkiliydi. Bu durumun yeni nesillere de zarar verdiğini düşünüyordu. Bu alandaki gelenekçiliğe ve gelenekçilerin direnişine karşı yeni nesilleri göreve çağırmayı da ihmal etmedi:

“ Bu durum karşısında, bu yurdun suyunu ve çilesini yansıtan gerçek Türk gençliğinin, sanat ve edebiyata el atması şarttır. Nasıl toplum sorunlarına gözünü açmışsa, toprağının ve bağımsızlığının benliğini kavramaya başlamışsa, öylece, aynı şiddet ve içtenlikle, aynı korkusuzluk ve hoşgörüsüzlükle, sesiyle ve kalemiyle, dengesi ve duyarlığıyla yapmacık düzenleri yıkması zamanı gelmiştir. Şu gerçektir ki, Türk sanat dünyasının dizginlerini bugünlük ellerinde tutanlar, en büyük ve güçlü yayın organlarına sahiptirler. Göz korkutan da budur ilkin. Ama yine gerçektir ki, çoğunluğu, toplumculuk adına en onursuz burjuvanın çengellerine asılı bu organların hesabını, önce karşı organlar, sonra da zamanın amansızlığı görecektir.” ( s. 49 )

Eleştiri hoşgörüsüzlüğünü de şu satırlarla dile getiriyor:

“ Eleştiriye hiç direncimiz yok; hemen yıkılıveriyoruz. Çünkü gücümüze ve bilgimize güvenimiz az. Bilgimiz varsa bile, bu bilgiyi ayakta tutacak, onu işler kılacak olgunluktan yoksunuz çoğu zaman. Ortaya atılan sorunları, enine boyuna düşünüp tartışacak yerde, bu sorunların bizim’le ilgili yönlerine yeniliyoruz. Gündelik insan içimizin doğal zayıflıklarına, anlık atılımlarına öncelik tanıyoruz. Bu ilk tepkileri denetleyip, kişisel ilintilerden mümkün olduğunca sıyırıp, tartışmayı asıl doğrultusunda götürme çabasını gösteremiyoruz. Tutkumuz anlama ve araştırma sabırsızlığı haline dönüşemiyor. Bunun için de, bir yandan kuramsal olarak nesnel eleştiriyi savunuyoruz, ama öte yandan, yine nesnellik adına, kendimize yöneltilen eleştirileri niyetinden saptırma çabası göstermekten çekinmiyoruz. Kişi olarak değerimizin, başkalarınca tamamlandığı koşuluyla ancak, tarihsel süreçte gerçek yerini alacağı doğrusunu bir türlü sindiremiyoruz.” ( s. 196- 197 )

Eleştirinin pratikte nasıl yapılması gerektiği konusunda da net bir görüş sergiliyor Bedrettin Cömert:

“ Emek ürünü bir inceleme, öyle oturup bir polis romanı okur gibi okunup da eleştirilmez. Bir inceleme önce anlaşılır, sonra eleştirilir. Çoğu zaman eleştirmek için anlamak da yetmez. Anladıktan sonra, kişinin o konuda eleştiri yapabilecek bilgisi ve gücü olmak gerekir.”   (s. 210)

Bedrettin Cömert’in edebiyat eleştirisi hakkındaki temel bakış açısını yansıttığımız kitabın önemlice bir kısmında Hasan Hüseyin, Asım Bezirci, Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Cahit Külebi, Orhan Veli, Fethi Naci, Mehmet Fuat gibi yazar, şair ve eleştirmenlerin sanat ve eleştiri konusundaki anlayışlarına, örnek eserlerine de yer veriliyor.

Kitabın son sayfasını da bitirip kapağını kapatınca, insan ister istemez “Bedrettin Cömert kısacık bir yaşam yerine bu günlere uzansaydı bu alanda biraz daha geniş bir pencere açılır mıydı? “ diye düşünmeden edemiyor.