Aylık arşivler: Haziran 2020

MUHALİF

Resmi öğreti dışındaki gerçek, yazılı tarih; efsanelerden oluşan, birbirinden kopuk olaylar yığını değil, biri diğerinin nedeni olan, zincirleme olarak diğerine dönüşen, toplumsal, sınıfsal çıkar çatışmalarının bir izdüşümüdür.
Bugün, “ küresel efendilerin “ egemen olduğu bir dünyada; aşırı zenginlikle aşırı yoksulluk, bitmeyen savaşlarla barış ve huzur arayışları, baskı ve egemenliklere karşı demokrasi ve özgürlük mücadeleleri, doğa katliamlarına karşı çevrecilik, gericilikle çağdaşlık v.b. sürgit çatışma halindedir.
Gelenekçi kültürün kıskacından kurtulmuş, bireysel çıkarlarının esiri olmayan, özgür dünyaya açılan yolcuları bekleyen önemli bir görev var:
“ Evrenin doğal seyrine, insan doğasına aykırı olan her şeye sonuna kadar muhalefet.”
Aksi bir tutum; birer figüran olarak olayların, içinde olmadığımız bir hayatın peşine takılıp sürüklenmek, kayıtsızlık, bencillik, tembellik labirentinin içinde dolanıp çaresizce “ kurtarıcıları “ beklemektir.
Nelere, kimlere karşı muhalifiz?
Hayat ve toplumsal yaşam; sürekli olarak el uzatmamız, omuz vermemiz gereken görevler çıkarıyor karşımıza. Küresel dünya düzeninin kıskacında yaşıyoruz hepimiz. Evrenin, toplumların ve bireylerin geleceği güvenli değil. Doğada ve toplumlarda yaşam her an dört bir yanda yeniden filizlenirken; ihtiraslar, doymayan egolar, savaşlar, hastalıklar, yoksulluk ve açlık, içinde yaşadığımız evreni gittikçe daha fazla tüketiyor.
– Her geçen gün dünya servetinin ( emeğin üretiminin ) daha fazlasını tepedeki sermaye baronlarına aktaran küresel kapitalist sisteme ( emperyalist sömürgeciliğe ),
– Bağımsızlığı olmayan küresel işbirlikçi iktidarlara ve onun sağ, sol görünümlü destekçilerine,
– Tutarsız, ilkesiz, iktidar olmaktan uzak, toplumunu oyalayan, her türlü entrika ve provokasyonlara açık muhalefet partilerine,
– Gerçek halk iktidarının organları, kolları olması gerekirken, çürümüş bir siyasetin uzantılarına dönüşmüş sivil toplum örgütlerine, sendikalara, derneklere,
– Küçük şahsi çıkarları için rant ve talandan payını alma telaşındaki sermaye çevreleri, medya, basın ve yayın organlarının sahiplerine,
– Kalemini ve kariyerini pazara çıkarmış yazar, çizer, aydın geçinenlere,
– Zihinleri işgal edilmiş çıkarcı, gelenekçi, fanatik siyaset yandaşlarına,
– Doğa ve içinde yaşayan diğer canlı katliamlarına,
Muhalifiz.
Muhalif olmak ne demektir?
Demokrasi, muhalefetle gelişir.
Küresel karartmalar, algı operasyonları, soygunlar, işgaller bilinçli muhalefetle durdurulabilir.
Küresel gücün güdümündeki iktidarlar, muhalif görünümlü partiler, dernekler, sendikalar, bilimum NGO’lar tarafından kuşatılmış durumdayız. Muhalefet etmek; bunların hegemonyasından kurtulma umudunu sürekli canlı tutmak demektir.
Muhalif olmak; aksilik, uyumsuzluk, oyun bozanlık değil, tam tersine insanca, onurlu, hümanist bir duruştur.
Körü körüne değil, araştıran, düşünen, sorgulayan, üreten, ilkeli muhalefet esastır. Hedef; bireysel değil, örgütlü, toplumsal muhalefettir.
Muhalif olmak; bir kenarda oturup doğru, yanlış sevkiyatı yapmakla değil, toplumsal yaşamın her alanına katılarak doğruları, yanlışları aramakla olur. Bunun tersi bir tutum; demagojilerle oyalanmak, toplumsal görev ve sorumluluklardan kaçmak demektir.
Muhalefet; yakaladığımız iktidar organlarını elimizin tersiyle itmek de değildir. İktidar oluşumlarını yakaladığımızda, örgütlü, demokratik platformlarda yer aldığımızda sesimizi daha kolay duyurabiliriz.
Ancak; amacımız “ ne pahasına olursa olsun iktidar olmak “ değildir.
Unutmayalım; iktidar olduğumuz noktalarda bile muhalefeti koruma, onlarla sağlıklı diyaloglar kurma, onların sesine kulak verme görevimiz devam ediyor.
8 Haziran 2019

SUYA YAZI YAZILIR MI?

SUYA YAZI YAZILIR MI ?

Amatörce, kendimi eğitmek amacıyla bir şekil verip yazıya dökmeye çalıştığım duygu ve düşüncelerimi sıcak siyasetin çamuruna bulayıp çalakalem bir şeyler karalamak hiç içimden gelmiyor.
Okumak, yazmak büyük ölçüde yerini sanal alemlere bırakmışken, günübirlik eskiyen ucuz polemik yazıları zaten bir ilgi de görmüyor.
Bana, suya yazı yazmak gibi geliyor.
İster günün öne çıkan siyasi gelişmeleri, isterse dünün veya bugünün toplumsal olayları ile ilgili olsun, medyadaki açık oturum programlarını tümüyle tarafsız bir gözle izleyip anlamaya çalışırım. Düşünce dünyama taban tabana zıt fikirlere bile değişik açılardan yaklaşıp, empati yaparak, belki de fazla bir iyimserlikle, benden farklı düşünenlerle ortak noktalar yakalamaya gayret ederim.
Ne var ki; her akşam televizyon ekranlarını işgal eden basiretsiz, ikiyüzlü siyasilerin ve tetikçilerinin tavır ve söylemleri, yazın dünyasının işgalcilerinin ihanete varan, kin ve nefret tohumları eken yazıları çoğumuzu iğrendiriyor, infiale sürüklüyor.
Duygularım ‘yalın kılıç yürü’ dese de aklım bu alandan elden geldiğince ‘uzak dur’ diyor.
Gelenekçi güncel siyaset ve zehir saçan siyaset yazıları; sinsice yaklaşan bir düşman gibi “ algıları şahsi çıkarlara göre yönlendirme “ üzerine kurgulanıp sahnede bir komedi gibi oynanıyor. Bu uğurda para, güç, makam, ince diplomasinin yalanlarla maskelenmiş bin bir çeşidi ve “ ucuza kiralanmış algı operatörleri “ topyekûn seferber ediliyor. Bunların hiç birine sahip olmayan toplum ve bir avuç aydın ise adeta boşlukta çırpınıp duruyor.
Toplumun bireyleri; baştan aşağı suç ve günah bataklığına saplanmış iktidarlıklar uğruna inanç, etnik kimlik, siyasi görüş temelinde bölünüp dağıtılıyor. Gerçekte toplumsal temeli, toplumsal bir karşılığı olmayan, ülkeye, toplumun bireylerine bir yarar sağlamayan gelenekçi siyaset ve bu konuda yazılanlar, her birimizi modası geçmiş, çağını ve ömrünü doldurmuş takımların tarafı haline getiriyor.
Oysa evrensel, toplumsal, bireysel sorunlar yığını karşımızda duruyor.
Görmezden gelebilir miyiz?
Bana ne diyebilir miyiz?
Sağ, sol görünümlü siyaset güdenler veya hiçbir şey gütmeyenler geçmişin yitirilenleri üzerine ağıtlar yakıp övgüler düzmeyi, ya da geçmişi yerden yere vurmayı bir yana bırakıp bugünün sorunlarına çözümler üretebiliyor mu?
Yoksa çözüm ve öneri diye gelişi güzel söylenenler, yazılıp çizilenler bir saman alevi gibi uçup gidiyor, geriye sadece külleri mi kalıyor?
Önemli olan söylenenlerin, yazılıp çizilenlerin bir iz bırakması, toplumda bir karşılık bulması, kök salıp bir çınar ağacı gibi gelecek nesillere miras kalmasıdır.
Parti liderlerinin, popüler olmuş ( kaşarlanmış ) siyasi figürlerin sorumsuz söylem ve davranışlarına, kiralık kalemlerin salt çıkar ve egoları tatmin için yazıp çizdiklerine, sosyal medya fanatiklerinin ucuz, sıradan, ısıtılıp ısıtılıp piyasaya sürülen ( güya ) siyasi paylaşımlarına fazlaca angaje olmak bir anlamda boşa zaman harcamak gibi geliyor. Siyasi arena ve popüler yazın dünyası öylesine güvenilirliğini yitirmiş ki, bir şey söyleyen siyasilere de ilgi yok, siyaset ve siyasetçiler üzerine yapılan ön yargılı, içi boş yorum ve değerlendirmelere, yazılıp çizilenlere de. Bu bölgedeki meydanları dolduran medyanın nöbetçi misyonerlerini, sosyal medyanın fanatiklerini aşıp topluma açık ve etkili mesajlar gönderebilmek büyük iş. Doğrularla gerçekler, henüz bir yerlere ulaşmadan kuru ağaç yaprakları gibi savrulup gidiyor. Bataklık, temiz olanı da içine çekip pervasızca kirletiyor.
İnsan; her tarafa yayılan bilgi kirliliği içinde “ bir şeyler yazsan ne olur, yazmasan ne olur “ diye düşünmeden edemiyor. Belki daha farklı bir biçimde, daha anlamlı mucizeler yaratmaya ihtiyaç var. Belki yaratılan kaos ve kör dövüşünün ortasına düşmeden yalanları, iki yüzlülükleri deşifre etmek, ekonomide, siyasette toplum yaşamında su yüzüne çıkmış doğruları, yaşam tecrübelerini, tuzakları, ihanetleri, aymazlıkları, tembellikleri, popülizmi kuş bakışı daha geniş bir açıdan, daha yalın haliyle sergileme çabalarına yönelmektir doğru olan.
Her birimiz ayrı yerlerde, eski model, freni patlamış, son hızla uçuruma doğru sürüklenen araçlara binip kaderini bekleyen, yalnızca olanları seyreden yolcular gibiyiz.
Sıcak siyasetin dar patikalarına sıkışıp kalmış kirli oyunlara da elbette ki birileri bir şeyler söylemeli, bir şeyler kaleme almalı, ama sürgit bireysel olarak girilen kör dövüşleri umutları, hayalleri, iradeleri de köreltiyor. İlkesiz siyaset ve yazın dünyasının ucube ürünleri, bir yanda hayatımızın, iç dünyalarımızın en derinliklerine işleyip öldürücü bir virüs gibi yayılırken her birimizi bir anafora kapılmışçasına içine doğru çekiyor, öte yanda patlayan bir cerahat gibi kirlerini yeryüzüne saçıp kendinden uzaklaştırıyor.
İkilemlerden kurtulamıyoruz.
Çare; bireysel değil örgütlü toplumsal muhalefet olup her zaman, her ortamda, birlikte bir şeyler söylemekten geçiyor kuşkusuz. Şu an için olmasa da suların barajlarda birike birike taşıp sel olması gibi bir gün o da gerçekleşecek.
Suya yazı yazmamalı, boşa vakit harcamadan hayatın ve siyasetin felsefesini öğretmeliyiz birbirimize. Ufukta kara bulutlar yükseliyor. Borç batağındaki bir ülkenin mirasyedileri gibi, lüks ve gösterişli hayatın sarhoşluğu içinde olsak da ayılma vakti gelip geçiyor. Ufukta, yakın gelecekte hepimizi bekleyen ekonomik, siyasi, sosyal bir dizi felaketler zinciri gittikçe bize doğru yaklaşıyor.
Küresel hegemonyanın küçük yer sarsıntılarında dünya ayağa kalkıyor, yanı başımızda yıkıcı depremler olsa da biz derin uykulardayız.
Uyanıp, usulca, usulünce doğrulmanın zamanıdır.
5 Haziran 2020

YENİ HAYAT

YENİ HAYAT
Bilgisayarı, internette gezinmek ve bir şeyler yazmak için yıllardır kullansam da, Korona kâbusu sayesinde mobil bankacılığı ve mobil hayatı yenice keşfettim.
İnternet bankacılığına kaç kez niyetlendiysem her defasında gereksiz bulup vazgeçtim. Var olan alışkanlıklara yenilerinin eklenmesi biraz zahmetli bir iş gibi geldi. İnsanlarla her daim içli dışlı olup bir arada bulunmak yerine, ( zaman zaman kabuğuma çekilip toplumsal ve bireysel iç hesaplaşmalara yönelsem de ) daha sade, birebir, yüz yüze, hiç değilse telefon açarak iletişim hep tercihim oldu.
Korona ile yatıp kalktığımız günlerde, davetsiz bir misafir gibi kapımızı çalan yeni hayat aslında çoktan, daha 21. Yüzyıla girmeden gelip içimize yerleşmişti. Bunun çoğumuz şu birkaç ayda farkına vardık. Belki de bazılarımız “ kaderin bir cilvesi “ diyerek her şeyi olağan görüp, içinde yol almakta olduğumuz yeni hayatın bizleri nerelere doğru sürüklemekte olduğunu tam olarak kavrayamadı.
Yaşadığımız şaşkınlık, ürkeklik, hayal kırıklığı, mutsuzluk bundan olsa gerek.
Bunalımlı küresel sistemin elinde gelişen’ teknoloji ve sanal hayat ‘ birçok kolaylıklar sağlasa da, sosyal hayatın içindeki canlılığı, sıcaklığı, üretkenliği yerle bir edip her birimizi başka gezegenlerden gelmişçesine ruhsuz, duygusuz robotlara dönüştürüyor.
Dijital dünya, yaşamımızı olağanüstü hızlandırıyor. Gitmek, görmek, haberleşmek, çalışmak, alışveriş yapmak, para kazanıp servet biriktirmek, öğrenmek ve paylaşmak artık klavyenin tuşları ile saniyeler içinde gerçekleşiyor.
Alışverişlerimizi, ödemelerimizi, haberleşmelerimizi, sevgilerimizi, duygularımızı sanal dünyaya bırakıp kabuklarımıza çekildikçe, hayata ve insanlara dokunmanın hazzından uzak, yalnız yaşıyoruz. Şu anki nesil henüz bu ikili karmaşık çıkmazları birlikte yaşasa da yeni nesiller sanal dünyaya daha fazla dalıp, gerçek hayattan ve birbirlerinden daha hızlı kopacak.
Ülkelere ve toplumlara dair ideolojik mücadeleler, okuyup, araştırıp tartışmalar, gün başlangıcında merakla beklenen kâğıt baskılı gazeteler, dergiler, sıkça yapılan aile ve arkadaş toplantıları, sinemalar, tiyatrolar, sanatsal arayışlar, yoksulluk ve yoksunluk içinde yapılan ekmek ve gelecek kavgaları, zor şartlarda elde edilen küçük şeylerin verdiği büyük mutluluklar, tatiller, düğünler, bayramlar, masum, utangaç aşklar, bugün için çoğu alaturka gelse de güzeldi.
Yeni, moda olana balıklama atlayıp, eskilerden sıkılıp bir bir geride kalanları hayatımızdan dışlasak da, kaybedilenlerin eksikliğini ve burukluğunu şimdi içimizde hissediyoruz.
Küresel sistemin yarattığı, üretmeden, kolayca daha fazla servet biriktirme aç gözlülüğü, ülkeler, sosyal guruplar ve bireyler arası eşitsizliği her geçen gün daha fazla artırdıkça, toplumsal kavgalar, çatışmalar bitmediği gibi doğa da gittikçe tükeniyor. Geriye kolay elde edilip çabuk tüketilenin mirası olarak doyumsuzluk, mutsuzluk, hoşgörüsüzlük, sevgisizlik, nesli tükenen diğer canlılar ve çölleşen bir dünya kalıyor.
Elbette ki teknolojiye ve dijital bir yaşama körü körüne karşı çıkmak da doğru değil. Ancak sorgulamadan da geçemeyiz: Bilim, teknoloji, dijital alandaki gelişmeler insanların daha iyi; daha mutlu, daha güvenlikli, daha sağlıklı yaşaması için mi, yoksa geniş kitlelerin sefaleti, doğanın katledilmesi pahasına küçük bir azınlığın daha fazla para kazanıp daha çok servet biriktirmesinin, dünyaya daha çok hükmetmesinin bir aracı olarak mı kullanılıyor?
Kim bilir; belki de bu çılgın gidişin, hızlı değişimin yıkıcılığı, Korona kâbusu ile de olsa insanoğluna yaşadığı dünya, birbirleriyle olan ilişkileri ve kendisi ile yüzleşme fırsatı da verir.
Umutlar tükenmez.
15 Mayıs 2020