UMUDA SARILMAK
İçine düştüğümüz gezegenin fırtınalı denizlerinde esen kasırgaların öfkesine kapılıp, meçhule doğru sürüklenircesine yol alıyoruz.
Herkes kendi derdinin girdabında savruluyor. Kimse kimseyi göremiyor. Kimse kimseye el uzatmak istemiyor. Uzattığı eli tutanın bir okyanus canavarı gibi kendisini de okyanusun derinliklerine doğru çekeceğini düşünüyor. Korkup kabuğuna çekiliyor. Korkuların gölgesinde karanlıklara, daha karanlıklara sığınmaya çalışıyor.
Maske takmış yüzlerse, maskeli bir balonun görkemli ışıklı salonunda yalancı mutlulukları, sevinçleri, boş gülücükleri oynuyor.
Türkiye’nin genel manzarası gibi Ege’nin İzmir’i ve çevresi de bu karamsar havanın etkisi altında. Oysa bu güzelim kentin turizm potansiyeli bir yana, hemen etrafındaki Gediz ve Menderes nehirlerinin yanı başında uzanıp yer yer ufukta kaybolan ovalarında insanoğluna cömertçe bereket ve bolluk sunuluyor. Dünyanın yılda üç ürün alınabilen nadir bereketli toprakları bu bölgede yer alıyor. Küçük ve orta ölçekli sanayi siteleri ise, Ege’nin, İzmir’in görece çağdaş ve eğitimli nüfusuna istihdam olanakları sunuyor. Ne var ki, bu zenginlik hep aynı yerlere, hep aynı birikmiş servetlere doğru akıp gittiği için bölge insanı aradığı mutluluğu yakalayamıyor.
Yıllardır küçüle küçüle, gerileye gerileye, bir zamanların kendi kendine yetebilen çok az sayıdaki ( beşi, onu geçmeyen ) ülkelerinden biri olan Anadolu coğrafyası gibi Ege bölgesi ve İzmir kenti de yaşanmakta olan çok yönlü toplumsal sorunların içinde kıvranıyor.
Bölge turizmine çakılan neredeyse bir çivi bile yok. Yıllara göre turizm gelirlerinde küçük artışlar olsa bile, bunun GSYİH’daki ( tüm üretim gelirleri içindeki) payı gittikçe düşmüştür. Oysa istenirse, denize kıyısı bile olmayan Eskişehir gibi bir Anadolu kentinde bile çok iyi şeylerin yapılabileceği kanıtlanmıştır.
Söke, Aydın, Manisa, Kemalpaşa, Menemen etrafında uzanan tarımsal alanlarda üretim durma noktasında. İç kısımlardaki dağlık bölgelerde ise genç nüfus hemen hemen yok gibi. Başka yerlere, umut peşinde dört bir yana dağılmış. Ürettiği ürün geçimini sağlamayan tarım üreticisi başka işler, başka geçim kapıları aramak zorunda bırakılmıştır.
Hayvancılık ise tüm Anadolu coğrafyasında bitirilmiş durumda. Sanayi ürünleri gibi tarım ve hayvancılık ürünlerinin birçoğu dışarıdan, başka ülkelerden geliyor.
Ülke ekonomisinin yıllık büyüme oranının yeterliliği, artan nüfus yüzdesi, dış borç, gelir dağılımı, tarım, hayvancılık ve sanayi, turizm gelirlerindeki artış, tüketim alışkanlıklarındaki değişme gibi göstergelerle ve de küreselleşmiş dünya ekonomisiyle birlikte ele alınıp değerlendirilmedikçe, ülkenin ekonomik açıdan nereye doğru yol aldığını doğru olarak görme olanağı yok. Halk yığınlarının çoğunluğunun ise, bu kadar karmaşık verilerle ne uğraşacak zamanı ne de doğruları tam olarak kavrayacak kılavuzları var. Organize olmuş” algı operatörleri” doğruları, gerçekleri istedikleri şekle sokup, uyuşturucu müptelalarına istediğini temin eden uyuşturucu tacirleri gibi her yerde kol geziyor.
Siyasilerin sunduğu birbirinden kopuk, tek yönlü, üstü örtülü, pembe büyüme ve refah tablolarının ise geçim derdindeki halk yığınları için ( aldatılmaktan başka ) bir anlamı yok.
Yaşam ise durmuyor. Her gün yeni bir gün doğuyor. Nüfus artıyor, yeni iş ve aş alanlarına duyulan ihtiyaç çığ gibi büyüyor.
Her şeye rağmen umutlar tükenmez.
Çıkılan her yolculuk, ( ne yöne olursa olsun ), her yeni başlangıç ( ne iş olursa olsun ) filizlenen yeni bir umuttur.
Karanlıklardan çıkıp ona sıkıca sarılın…
22 Şubat 2020